Kadın
cinayetleri, taciz vakaları, çocuk istismarları…
Her biri yüreğimizi dağladı.
Bir çocuğun gözyaşı, bir annenin çığlığı, bir babanın suskunluğu
bu ülkenin kalbine kazındı.
Ve biz çoğu zaman bu acılara sessiz kaldık…
Bu yıl, ülke olarak içimizi sızlatan olaylara da
sessiz kaldık…
Papa’nın
Türkiye ziyareti günlerce konuşuldu, ama asıl mesele şuydu:
Bu toprakların her karışında Fatih Sultan Mehmet’in adaleti,
her meydanında Mustafa Kemal Atatürk’ün bağımsızlık ruhu yankılanır.
Fatih de,
Atatürk de bu ülkenin bir gün
yabancı protokollerle süslenecek bir dekor olmasını kabul etmezdi.
Ama biz
yalnızca bu değil…
Ülkenin kalbine hançer gibi saplanan daha derin yaralara da sessiz kaldık:
Siyasiler susturuldu,
gazeteciler tutuklandı,
failleri bulunamayan cinayetler rafa kaldırıldı,
bir çocuğun hayatını karartan caniler “iyi hâl”, “yaş” veya “pişmanlık” diyerek
tekrar sokağa salındı.
Bir yıl
boyunca bu ülkede adaletin sesi kısmak istendi,
bağırması gereken yerlerde sessizlik hâkim oldu.
Biz
sustukça, karanlık büyüdü…
Biz unuttukça, tarih yeniden “Böyle devam ederseniz bedelini ödersiniz.” diye
fısıldadı.
Bir milletin
gerçek çöküşü;
toprağını kaybetmesi değil, vicdanını kaybetmesidir.
Eski Yılların Masumluğu, Yeni Yılların Sessizliği
Yeni yıl
eskiden bambaşka bir duyguydu…
Bir evin içini ısıtan, aileyi bir araya getiren bir ritüeldi.
Sobanın üstünde pişen kestanenin tıkırtısı,
yer minderlerinde toplanmış çocukların heyecanı,
annelerin bir yandan hazırlık yaparken bir yandan piyango sonucunu beklemesi…
O yıllarda zenginlik yoktu ama samimiyet vardı.
90’ların
yılbaşı gecelerini hatırlayın…
Televizyonun
başına bütün aile toplanır,
Zeki Müren’in zarafeti,
Sezen Aksu’nun yüreğe işleyen sesi,
Barış Manço’nun enerjisi,
Ajda Pekkan’ın sahne ihtişamı,
Bülent Ersoy’un güçlü yorumları evleri doldururdu.
Coşkun
Sabah’ın mandolini,
Ferdi Özbeğen’in piyanosu,
Yıldırım Gürses’in Türk sanat müziği şöleni,
İzel-Çelik-Ercan’ın gençliğe enerji veren şarkıları,
Mahsun Kırmızıgül’ün, Özcan Deniz’in, Haluk Levent’in o yıllara damga vuran
türkülerini hatırlayın…
O programlar
sadece bir “eğlence” değildi,
bir birlik hissiydi,
bir umut gecesiydi,
bir aile sıcaklığıydı.
Tek kanallı
televizyonlardan yeni özel kanallara geçiş…
herkesin dört gözle saat 12’yi beklemesi…
babaların sessizce “bu yıl güzel geçsin” diye dua edişi…
annelerin çocuklarını öpüp yeni yıla uğurlayışı…
Bugünse…
Işıklar daha parlak, telefonlar daha akıllı, sofralar daha gösterişli ama
sohbet daha az, umut daha küçük, kalpler daha yalnız.
Birlik
yerine bireysellik,
samimiyet yerine gösteriş,
aile sıcaklığı yerine ekran ışığı kaldı geriye.
2026’ya Girerken…
İçimizde iki
ses var:
Biri diyor ki: “Yorulduk.”
Diğeri fısıldıyor: “Umutsuz yaşanmaz.”
Evet, 2025
bize zor günler gösterdi.
Ama bu millet geçmişte çok daha ağır sınavlardan geçti…
Ve her defasında ayağa kalktı.
2026’ya
girerken dileğimiz çok büyük değil aslında:
Bir çocuğun gülüşünü koruyacak adalet,
bir kadının canını savunacak vicdan,
bir yaşlının elini tutacak merhamet,
bir gencin hayalini büyütecek umut olsun yeter.
Atatürk’ün
dediği gibi:
“Umutsuz durumlar yoktur; umutsuz insanlar vardır.”
Biz umudu
kaybetmediğimiz sürece,
hiçbir güç bize diz çöktüremez.
Son SözBu yıl çok şey kaybettik ama şunu unutmayalım:
Türk milleti umudunu kaybettiği an ölür,
ama biz hâlâ dimdik ayaktayız.
Yeni yıl,
yeni bir başlangıç olsun.
Eski yılların samimiyetini, yeni yılların kalbine taşıyalım.
Umudu büyütelim, sevgiyi çoğaltalım, birbirimize yeniden dokunalım.
Çünkü yılın
değil, insanın değişimi güzellik getirir.
Ve unutma
dostum:
“Her yeni
yıl bir umuttur;
yeter ki biz insan kalmayı unutmayalım.”
Ebubekir YUCA
24 °C





Yorumlar
Kalemine ve yüreğine sağlık aziz dostum
1 0
Muhteşem bir anlatım kaleminize yüreğinize sağlık. Birbirinden farklı konuları bu kadar güzel bağlayıp sıkmadan anlatmak. Emeklerinize sağlık
0 0
Harflere ses veren güzel insan kalemin her dem güçlü olsun...
0 0