Her şey bir sokakla başlardı. Sokağın adı yoktu belki ama kokusu vardı. Toprağı yağmurla buluşunca çıkan o tanıdık koku…
Çat kapı girilen evlerin sıcaklığı, ve o sokağın içindeki gülüşler, ağlayışlar, kavgalar ve barışlar…
Hepsi bir mahalleye sığardı.
Kızlar evcilik oynardı, erkekler mahalle maçı...
Gazoz kapakları bebek yatağı olurdu.
Çamurdan kek yapılır, toprak çorbası özenle pişirilirdi.
Erkekler sokak ortasında iki taşla kale kurar,
Ofsaytı bilmeden topa gönlünce vururdu.
Maçtan sonra kavga çıkar, sonra birlikte misket oynanırdı.
Mahallede küs kalmak yoktu.
Barışmak, oyun kadar doğaldı.
Her mahallenin bir abisi olurdu.
Kimi zaman sokak lambasının altında oturur,
Kimi zaman yan mahalle çocuklarına karşı “kalkan” olurdu.
Bize sadece futbolu değil;
Saygıyı, omuz omuza durmayı, kadınlara bakışın bile adamlık olduğunu öğretti.
Sigara içmeye utanılırdı.
Yoldan geçen yaşlıya selam verilirdi.
Adamlık, sahip olduklarınla değil, duruşunla ölçülürdü.
Evler... İçinde huzur olan yerlerdi.
Annemiz camı açar, sabahı mahalleye salar gibi havalandırırdı.
Babamız sobayı yakar, üstüne çayı koyardı.
TRT’de pazar gecesi sineması izlenirdi.
Televizyon iki kanallıydı ama kalabalık sofraların neşesi sonsuzdu.
Salonun köşesinde duran tüplü TV’ye hep birlikte bakılırdı.
Kimse telefonu kurcalamaz, göz göze konuşulurdu.
O evlerin içinde dijital sessizlik değil, gerçek samimiyet vardı.
Yaz akşamları sokaklar, şehir kadar canlıydı.
Tabureler çekilir, elden ele çay dolaşırdı.
Ayı oynatıcı geldi mi tüm çocuklar coşar,
Salıncakçının sesi mahallede yankılanırdı.
Çocuklar gece yarısına kadar sokaktaydı,
Ama korkmazdık.
Çünkü mahallenin ışığı, sokak lambasından değil,
İnsanların kalbinden gelirdi.
Kötülük çok uzaktaydı… Çünkü iyilik hep yakındaydı.
Birbirine bağlı, birbirine borçlu insanlar vardı.
Komşunun çocuğuna sahip çıkılır,
Bir tabak fazla pişmişse komşuya götürülürdü.
Kırgınlıklar ertesi gün pişirilen bir kekin içinde erirdi.
İşte o yüzden biz o yıllarda “insan olmayı” öğrendik.
Tüketmeden sevmeyi, susarak anlamayı,
Ve en çok da birlikte yaşamayı...
Bu yazı sadece bir geçmiş özlemi değil.
Bir kültürün, bir dönemin ve bir duygunun tanıklığıdır.
Bugün o çocuklar CEO oldu, öğretmen oldu, mühendis, gazeteci, anne-baba oldu…
Ama hepimizin içinde hâlâ sokak ortasında sek sek oynayan bir çocuk var.
Ve işte bu yüzden Konuşan Bursa, sadece bugünün değil,
Dünün de sesi olmak için burada.
Bu yazı bir başlangıç…
Bir mahalle kültürünün, bir neslin, bir ruhun hikâyesi.
Bu bir yazı dizisi…
Ama belki de bir şehrin hafızası.
Ayrıca bu yazı, o çocuklara.
Teneffüslerde simit paylaşanlara…
Sapanla hedef tutturamayanlara…
Tasosunu kaybedip ağlayanlara…
Ve o anları hiç unutmayanlara…
Bugün sadece nostalji değil bu yazı.
Bu yazı, o güzel çocukların hâlâ umutlu yetişkinler olduğunun kanıtı.
Çünkü biz o günleri yaşadık.
Ve unutmadık…
Konuşan Bursa, geçmişin sıcaklığını geleceğe taşır.
O günleri hatırlayan herkese SELÂM olsun...
Ebubekir Yuca
Yorumlar